● Damla Hanım, sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
1970 İstanbul doğumluyum. Saint Benoit Lisesi’nden sonra İstanbul Üniversitesi’nde İngilizce işletme okudum, ardından bir sene kadar Amerika’ya gittim. Döndüğümde bugün anladığımız manada bir lojistik sektöründen bahsedemezdik. İtiraf ediyorum ki çocukluk hayalim de lojistik işi yapmak değildi. Bizim dönemimizde bankacılık, finans çok popülerdi, pazarlama yeni yükselen yıldızdı. Ben de pazarlama işinde olmak istedim ve Türk ortaklığı olan çok uluslu bir reklam ajansının müşteri tarafında çalışma hayatıma başladım. İş hayatının temelleri neler, büyük bütçeler nasıl yönetiliyor, bunları gördüm. Çok keyifl i iki buçuk sene geçirdim. O sürenin sonunda babam Ertuğrul Alışan tarafından kurulmuş olan şirkette işe başladım. Bugün kız kardeşim ve ben ikinci jenerasyonuz şirketi yöneten… Gerçekten küçük bir aileyiz. Babam tek çocuk olduğu için amcalar, yeğenler yok. Bunu deneyeceksem genç yaşımda deneyeyim, olursa olur olmazsa en azından bir B planım olur diye düşünerek 27 sene önce Alışan Uluslararası Taşımacılık’a katıldım. Bu kararı almamda babamın zorlaması olmadı, ama teşviki oldu.
BİZ TEMELİN ÜZERİNE “SAĞLIKLI BİÇİMDE” KAT ÇIKTIK
● O günden bugünlere nasıl geldiniz?
Alışan’a katıldığımda şöyle bir gerçek vardı: Lojistik değil, Uluslararası Taşımacılık A.Ş. idik. Teleks ile haberleşiyorduk. Araçlarda takip cihazı ya da bir haberleşme cihazı yoktu. Buradan yüklenip yola çıkan araçlardan şoför arkadaşlarımız geri dönüp arayana kadar haber alamıyorduk, sistem yine de bayağı iyi çalışıyordu. O günlerden bu günlere sektörün değişimine, dönüşümüne şahitlik ettim. Biraz katkımız olduysa da ne mutlu. Hizmet sektörleri endüstriyel gelişime ayak uydurmak zorunda. Bu trend içerisinde yatırımlarımıza ve yolculuğumuza devam ettik. Bugün geldiğimiz noktada 1.500 kişinin üzerinde çalışanla, 16 farklı bölgede entegre lojistik hizmeti veriyoruz. Uluslararası ve yurtiçi paketli nakliye, depolama, yurt içinde hem toz hem likit dökme nakliye, katma değerli hizmetler ve tanker yıkama işleri yapıyoruz. Ağırlıklı olarak kimya, petrokimya ve hızlı tüketim alanında aktifiz.
Hep öğrenmeye çok açık olduk. “Ne bildiğimizi biliyoruz, ne bilmediğimizi de biliyoruz. Ama ne bilmediğimizi bilmediğimiz bir boşluk var. Orayı ne kadar küçültebilirsek hem firmamızı hem sektörümüzü ileri götürürüz” diye düşündük her zaman. İşimiz konjonktürle beraber ihtiyaçların ve iş yapış şekillerinin çok değiştiği, bu nedenle de değişikliğe açık olmanız gereken bir sektör. COVID’le başlayan süreç bunu hepimize fazlasıyla gösterdi. Tüm tedarik zinciri akışları değişti, ağırlıkları değişti, çok ciddi hammadde krizleri yaşandı.
İş yaparken de şuna inandık: Tabii ki burada en zor işi birinci jenerasyon yaptı, sıfır noktasından bu işi kurdu. Bizim amacımız bu temelin üzerine “sağlıklı biçimde” kat çıkmak oldu. Eskiden baktığınızda sektördeki büyüklerimiz kaç metrekare deposunun olduğu veya kaç tane plakası olduğuyla övünürdü. Bugün yurt dışına baktığınızda bu işin en büyükleri sıfır varlıkla (asset) çalışıyorlar. Dolayısıyla orada da bir bakış açısı değişikliğine ihtiyaç var.
YOLCULUĞUMUZ HEP BİR ŞEYLER ÖĞRENEREK GEÇTİ
● Öğrenmeye açık olduğunuzu söylediniz. Müşterilerinizden neler öğrendiniz?
Bizim ağırlıklı uzmanlığımız kimyasal madde ve hızlı tüketim maddeleri lojistiği. Tarihsel olarak baktığımızda ilk müşterimiz çok uluslu bir firmaydı ve hızlı tüketim tarafında kuvvetliydi. İkinci müşterimiz de öyleydi. Hâlâ da onlara hizmet veriyoruz. Uzun soluklu ilişkilere çok inanıyoruz çünkü bu iki tarafın da birbirini beslediği bir ilişki türü. Adım atarken özellikle çok uluslu müşterilerin standartlarına ayak uydurmayı hedefledik. Biz standartları yükselttikçe de endüstri bizi buldu, dolayısıyla bu birbirini besleyen bir döngü oldu. Bir örnek vereyim: 2000’lerin başına kadar tankerlerimizin temizlemesini hizmet verdiğimiz müşterilerin sahasında yapardık. Çünkü tankerde dökme malzemeyi taşıyorsunuz, boşalttığınızda mutlaka içinde 20-30 litre malın cinsine göre bir şey kalıyor. Bir sonraki mala geçmeden önce tankeri temizlemeniz gerekiyor ve temizlediğinizde çıkan su kontamine, yani kimyasalla karışmış bir su. Dolayısıyla doğru bir şekilde temizlenip ondan sonra da arıtmayla normal değerlere düşürülmesi lazım. Fakat hacimler artınca bu sefer müşterilerimiz dediler ki: “Bizim arıtma havuzlarımızı çok zorluyorsunuz. Ya bizim yatırım yapmamız lazım ya da siz kendinize lütfen bir yol bulun.” O noktada knowhow arayışına çıktık ve Avrupa’da şunu gördük: Bu alanda uzmanlığı olan şirketler var ve biz 2005-2006 yılında Hollandalı Den Hartogh’la ortak girişim olarak Türkiye’nin ilk Avrupa standartlarında tanker temizliği yapan tanker yıkama istasyonunu kurduk. O dönemde Çevre Bakanlığıyla çok çalıştık, Türkiye Kimyasal Taşıyıcılar Temizleme Derneği’ni kurduk, regülasyonun çıkmasında çok ciddi emeğimiz var. Dolayısıyla yolculuğumuz hep bir şeyler öğrenerek geçti.
● Lojistik sektöründe kadın olmaya dair düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Alışan’a girdiğimde, 27 sene önce, sektörde gerçekten fazla kadın yoktu. Bütün arkadaşlarım “Sen deli misin” dediler, “ne işin var orada?” Ben işleri kadın işi, erkek işi diye ayırmaya karşıyım. İnsanın yapısına, eğitimine, becerilerine, karakterine uygun olan veya olmayan işler vardır. Öbür taraftan da şuna çok inanıyorum: Bir şeyleri başardıkça daha çok seviyorsunuz. Sevdiğiniz işi yaptıkça daha başarılı oluyorsunuz. Her gün kalkıp ilk günkü heyecanı kaybetmeden, rutine sokmadan iş yapabilmek benim adıma çok keyifl i. Lojistik sektöründe birbirinin aynı iki gün yaşanmıyor, çok dinamik bir sektör. Ben onun için hep şunu söylüyorum: Arka planda çok ciddi bir planlama var, detay var, takip var, raporlama var. Dolayısıyla lojistiğin kadınlara çok uygun bir iş olduğunu düşünüyorum. Birçok üniversitede ön lisans-lisans-yüksek lisans düzeyinde programların açılmasıyla sektörde çalışan kadın sayısında da ciddi bir artış oldu. Bugün herkesin ajandasında çeşitlilik (diversity) konusu var. Biz bundan 15 sene önce çeşitliliği sağlamaya başladık sektörde. 15 sene önce ilk kadın forklift operatörünü istihdam ettik. Hâlâ sahada birçok kadın çalışanımız ve yeni kadın şoförlerimiz var.
BÜYÜK HAYALLERİMİZ VAR
● Kendi alanınızda birçok yeniliğe imza attınız.
İsotank denilen, likit taşınan bir konteyner tipi vardır. Şirkete ilk başladığım yıllarda çok fazla karşıya gidip geliyordum, o yıllarda TIR’lar da birinci köprüden geçiyordu. Köprüden geçerken TIR’lar yan taraftaki alanda park etmiş, yanıcı işlem yapıyorlardı. Bir gün yanımda bir arkadaşımla beraber geçiyorduk, ben bu tank işini de yapmak istiyorum dedim, durdu ve dedi ki: “Pardon da bir kadın niye buna heves eder?” “Bilmiyorum, hiç öyle düşünmemiştim ama heves ediyorum.” Sonra 2000’lerde isotankları almaya başladık. Bu “istiyorum” dediğimiz şey gerçekleşti. Yapılmayanı yapmakla ilgiliydi bu isteğim, yürünmemiş yoldan yürümekle ilgili bir meydan okumaydı. Şu anda da büyük hayallerimiz var. Türkiye’de olmayan bir şey için “Yapar mısın?” diyorlar, “Bunu yeryüzünde yapabilen var mı? Var. O zaman biz de yaparız, öğreniriz nasıl oluyorsa. Çalışır, ekip kurar, uzmanlığını alırız.” Çok uluslu bir firmanın ihalesinde SQAS denetiminiz var mı diye bir soru vardı. Yok, ama alırız dedik. Bugün baktığınızda Türkiye’de SQAS (Sürdürülebilirlik için Güvenlik ve Kalite Değerlendirmesi) kapsamında değerlendirilmiş ilk firmayız. Türkiye’de bunun bilinirliğini artırmak için konferanslar yaptık, sektör kuruluşlarıyla çalıştık. Buradaki derdimiz bunu norm olarak buraya getirmek, standartları bir tık daha yukarı çıkarmaktı.
Zamanında sadece depolarımızın bir tanesinde yangın sisteminin yükseltilmesi için o dönemde 2 buçuk milyon Euro yatırım yaptık, böyle bir mecburiyetimiz yoktu, o gün itibarıyla delice bir karardı hatta. Ama olması gerektiği gibi yapmak istedik. Eğer hizmet verdiğiniz sektörün gereksinimlerini doğru bir şekilde yerine getirirseniz hem akşam rahat uyuyorsunuz hem o da bir şekilde size geri ödüyor.
Pes etmemek ve çözüm üretmek ana mottomuz
Babanızla bir anınızı dinleyebilir miyiz?
İlk başladığım günden bu yana imkânsız lafını hiçbir şekilde kabul etmeyen bir patronla çalıştım. “Olmaz… Yapan var mı, var, o zaman olur. Nasıl olduracağınızı bulun, nasıl olduracağınızı bulmak sizin işiniz.” Dolayısıyla pes etmemeyi öğrendik, çözüm bulmaya odaklandık hep. Bunlar ana mottolarımız oldu. Kaybedilmek üzere olan bir ihalede biz tamam bu işi olmaz, ikinci olduk, deyip sayfayı kapatmaya hazırlandığımızda Ertuğrul Bey “Ben bunu kabul etmiyorum” deyip bizi tekrar masaya oturttu. O son pazarlıktan sonra işi aldık. Dedi ki: “Biz bitti diyene kadar bu oyun bitmez” Dolayısıyla pes etmemek ve sonuna kadar mücadele etmek günün sonunda hiç beklemediğiniz hoş sürprizleri de beraberinde getirebiliyor. Bu yukarıdan aşağıya hepimize inen bir firma kültürü oldu günün sonunda.
“Onun maliyetini neden sordun?”
Hollandalı partnerimizle burada müşteri ziyareti yapıyorduk. Müşteri ziyareti yaparken önce oturduk, sohbet ettik uzun uzun. Çünkü müşterilerimiz bir anlamda bir zaman sonra bağ kurduğumuz, arkadaşlığımızın oluştuğu firmalar. Bizim için çok normal gelen konulardan biri olan fiyatı da konuştuk bu sohbette. Dedim ki: “Şu andaki maliyetim bu, fiyatım bu.” Yanımdaki Hollandalı bana kaş, göz ediyor ne yapıyorsun, diye. Neyse fiyat aldık verdik, görüşme bitti, çıktık. Hollandalı dedi ki: “Kendi maliyetimizi neden söyledin? Onun maliyetini neden sordun? Bu çok ayıp.” Dedim ki: “Bizde ayıp değil. Niye ayıp olsun? İş yapmaya çalışıyoruz.” Bizim için çok normal olan bir diyalog bir Avrupalının iş felsefesinde çok da normal olmayabiliyor.